19 Ocak 2007 Cuma

Satranç, Tavla ve Match Point

Hikayeyi tam olarak hatırlamıyorum, gerçeklik payı ne kadar onu da bilmiyorum, gerçek olmasının bir önemi var mı, pek zannetmiyorum. Hikaye şöyle,

Falanca büyük bir ülkenin kralı emrindeki adamlara bir oyun hazırlatır: Satranç. Bu oyunu Filanca büyük bir ülkenin kralına gönderir ve yanına da bir not düşer: “Durumu iyi değerlendirip, olasılıkları düşünüp, gelecek için iyi tahminler yapabilirsen oyunu kazanırsın. Hayatta da böyledir”.
Ardından da Filanca ülkesinin kralı emrindekilere bir oyun hazırlatır. O da oyunu Falanca ülkesinin kralına gönderir ve yanına bir not düşer: “Durumu iyi değerlendirip, olasılıkları düşünüp, gelecek için iyi tahminler yapabilirsen ve şansın da varsa oyunu kazanırsın. Hayatta da böyledir”. Gönderdiği oyun Tavla’dır.

Bence de hayat tavla gibidir. Bazen, olabildiğince hazırlıklı ve yetenekli olsanız da olaylar planladığınız gibi gelişmez çünkü kontrol altına alamayacağınız pek çok değişken vardır. Bazen de hiç ummadığınız yerden gelen bir fırsatla işler açılır ve hızla ilerlersiniz.

Bir de film seyretmiştim, Match Point (maç sayısı anlamında). Çok iyi bir film değil ama hayatta sandığımızdan çok şeyin tesadüflere bağlı olduğu tezini savunuyor, izlemeye değer. Yönetmeninin Woody Allen olmasına da prim verebilirsiniz. O da olmadı başrolde Scarlett Johansson’un oynaması bile yeter filmi izlemek için:)

Bir de laf vardır: “Hayat çok ciddiye almaya değecek kadar ciddi bir şey değildir”.

Tabi bütün bunlardan insanların kendilerini hayatın akışına bırakıp hiç bir şey için azimle uğraşmamaları gerektiği sonucu çıkabilir, nitekim bunu yapanlar da var. Ama benim benimsediğim, yine planlar yapmak, hedeflerin peşine düşmek ama umduğunu bulamama ihtimalini de akıldan çıkarmamak ve eğer hüsrana uğrarsak da bunu hayatın bir cilvesi olarak görüp hayat küsmemektir. Zaten kanımca hayattan bu şekilde zevk alınabilir, hayat bu şekilde sevilebilir. Hayatı umursamayan ama yaşama sevinci ile dolu bir karakter düşünemiyorum.

2 yorum:

yavasyavas dedi ki...

seninle orientering yapmaya giderken birbirimize söz veririz: bu sefer koşmayalım, kendimizi harcamayalım. sonra ne olur bir bakmışız koşuyoruz heyecanla. neden böyle oluyor. ortam, hedeflerin küçük küçük bitirilebilir şekilde olması, yarış... dediklerine ek olarak diyorum ki: orienteringte bize sağlanan ortam, hedef vs. ne varsa kendimize sağlayabilirsek, o zaman koşarız her gün.

Nart Bedin Atalay dedi ki...

Hayat ile ilgili yaklasimini takdir etsem de
Match Point'e Çok iyi bir film değil yorumunu kiniyorum.

Bence filmi mukemmel kilan yonetmenin topun fileden sekmesine atfettigi anlam, ve bu anlamin izleyici tarafindan kavranmasi, ve bu anlamin esasinda atfedilen anlam olmadiginin ortaya cikmasi (filmin basinda yapilan ve fileden seken atis megerse mac sayisi degilmis).

Bilmem anlatabiliyor muyum.