8 Eylül 2010 Çarşamba

Referandum

Referandum gittikçe yaklaşıyor. Hayır çıkma ihtimali zayıf olmakla beraber, eğer başabaş bir sonuç gelirse ve az farkla Evet önde olursa, 2011 seçimleri için umutlanacağım. Çünkü bu referandumda hayır diyenlere ek olarak evet diyenlerin bir kısmı da genel seçimlerde AKP aleyhinde oy kullanacak. Bu da AKP oy oranının yüzde 30'larda olması demektir. Eger CHP de yüzde 30'larda bir oran tutturabilirse koalisyon hükümetini CHP kurma şansı yakalar.

Özgürlükçü bir insan olmama rağmen neden Hayır diyeceğimi de iki madde ile özetlemek isterim.
1) Evet'çilerin şu anda anlamlı buldukları maddeler zaten muhalefet tarafından olumsuz karşılanmamıştı. Örneğin CHP tarafından sadece Anayasa Mahkemesi ve HSYK maddelerine itiraz gelmişti. Dolayısıyla Evet'e sebep gördülen maddeler için referanduma gerek yoktu. AKP buna rağmen referandumu zorladı ve şimdi itiraz edilmeyen maddeleri kullanarak destek istiyor. Bir de o kadar zaman ve para harcandı. Benim ödediğim vergiler gerekmeyen bir referandum için partilere dağıtıldı.
2) Anlamlı maddelere kanıp da AKP'nin yargıyı tamamı ile ele geçirmesine engel olmak.

Seçim sonuçları (NTV):









6 Mart 2010 Cumartesi

Haberler

Epeyce alıştım artık. Sokağa çıktığımda değişik bi yerdeymiş gibi hissetmiyorum. Otobüsleri yolun doğru tarafında beklemeye başladım. Hatta bisikletli yaşama (o da ters yönden akıyor :) geçmeme az kaldı.

Okulda yoğun çalışıyoruz. Çalıştığımın iki katını çalışsam o kadar iş var, öyle söyliyim. Benden beklentileri de var. Zaten hiç misafirliğe gelmiş gidecek gözüyle bakmıyorlar. Geçen de okul gazetesine haber koymuşlar benim gruba katılmamla ilgili:



















Evde de teyzemle iyi geçiniyoruz. Evrenciğimin bana verdiği pratik tarifleri kullanarak kendime 'decent' yemekler yapıyorum. Hatta bazen okula da götürüyorum öğlen yemeği olarak.




















Oxford'da Harry Potter filminde kullanılan bazı mekanlar var. Onları gezdim. Alttaki 1300'lü yıllarda yapılmış sonra da zamanla genişletilmiş bir kütüphane binasından bir görüntü. Harray Potter'da revir olarak kullanılmış. Asıl eski kitapların olduğu bölümde foto çekmek yasaktı. Hala da İngiltere'nin en büyük kütüphanesi sanırım. İngiltere'de basılan herşeyin bi kopyası buraya geliyormuş muhakkak. Yılda bir milyon item geliyor diye bir laf döndü artık ne kadar doğru bilmiyorum.




















Ve son olarak da Harry Potter'da yemek salonu olarak kullanılan yer, ama cok tanidik gelmeyebilir, cunku modelini yapip uzerinde calismislar, bilgisayar efektleri falan. Ama ilginç olanı buranın halen bir college (yurt okul arası bişey) olması. Burada yaşayıp bu yemekhanede yemek yiyorlar (ziyaretçi saati bittikten sonra yemek saati başlıyor). Yemekte karşılarında 14. yüzyılda o okulda yaşamış ve bimem ne dükü olmuş birinin tablosu. Bizde olsa 'bu okulda okudu Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı oldu' gibi birinin tablosu olabilirdi :)








16 Şubat 2010 Salı

Burda Nerde Yasiyorum?

Oxford'a gelmeden kalacak bi yer ayarlamak mumkun olmamisti. Cunku emlakcilar apartman dairesi benzeri yerler icin 4 ay kontrat yapmiyolardi ve ev/oda ayarlama sitelerinde de dolandiricilar kol gezdiginden birine para gondermek cok riskliydi. Geldigimden itibaren 4-5 gun bir pansiyonda kaldim ve emlakci ve ev sahipleriyle bogustum. Kolay is degilmis. Iyi bir secim yapmaya calismak bir mesele, bir yandan da sinir bozucu. Takim elbise giymis emlakcilar son model Mercedes veya Audiler ile gelip bana gayet sevimsiz, kucuk ve pis odalar gosterip durdular. Boyle bir sekilde teklif edebilmek bile bir yuzsuzluk ister, yuzsuz olmaya mecbur kaliyorlar herhalde, zor is bu emlakcilik, yani en azindan burdakiler icin oyle :) Bir yandan da o sevimsiz odalar tutuluyor, hem de Turkiye’de bir ev kiralanabilecekten daha pahaliya. Adamakilli yerler (studyo veya 1+1) icin ise 4 ay kontrat yapmaya kimse yanasmadi.

Neyse ki bir sekilde hallettim ve emlakcilara para vermeden, hem de emlakcilarin gosterdiginden daha guzel ve daha uygun fiyatli bi yere tasindim. 60-70 yaslarinda bi teyzenin yanina tasindim. Housemate olduk yani teyzeyle :) Teyzem Rus asilli sanatci ruhlu bisey. Disardan bakildiginda daginik gozuken bir evi var (icerden de oyle:) ancak aslinda pek bisey atmaya kiyamayan, herseyi degerlendiren turden bi insan. Evde de eskiyen alet edevati atmaya kiyamadigi icin pek modernize olmamis ev. Mobilyalar, kapilar, banyo musluklari, pencereler kac senelik bilmiyorum. Her yerden de biseyler sallaniyor. Umarim ilerleyen zamanlarda su haberlerde cikan cop evlerden birine donusmez :)


Evin sokağından bir görüntü (solda)


Benim odanin (1.katta) penceresinden arka bahçenin görünüşü (altta)


























Asagida evin icinden görünümler:
























































Ama gosterdigi yasa bakip da evde pinekleyen yasli bir insan sanmayin. Oncelikle calisiyor, Oxford’da Ingiltere’nin en eski kutuphanesinde gezi turlari icin rehberlik yapiyor, ayrica restorasyon isinde calisiyor. Boya yenileme gibi seyleri yapiyor, tarihi eserleri orjinaline uygun, belki eski tekniklerle boyuyor bilmiyorum. Sonracima, hemen her sabah sekizde yuzmeye gidiyor. Araba ve hatta otobus kullanmiyor, bisikletle gidiyor her yere (ki ben bu sogukta cesaret edemiyorum bisikletim oldugu halde). Ve calistigi yer sehir merkezinde, bizim eve uzak sayilir. Yani aslinda takdir edilesi bir hatun, hayatini yapmak istedigi seylerle ve saglikli bir sekilde geciriyor, daha cok para kazanip daha cok para harcamaya odaklanmamis. Tarihi konulara da merakli haliyle, Ingiltere veya Oxford hakkindaki sorularima severek yanit veriyor ve evdeki gezi kitaplarini da kullanabiliyorum :)

Odamdan birkac görüntü:





















Okula da uyum sagladim, hatta biraz siki calisma temposuna bile girmek uzereyim. Doktora ogrencilerinin calistigi buyuk bir ofiste bi masam var. Biraz bing bang theory gibi ortam, kiz falan yok tabi ortamda :) Ya ineklik ya da geyik. Carsamba geceleri de poker gecesi :)

Okula bisikletle gitmeye baslayinca cok super olacak, bakalim.

Ilerleyen zamanlarda Oxford ve Ingiltere uzerine gezi yazilariyla bulusmak uzere...

3 Ocak 2010 Pazar

Kızgınlık üzerine

Uzun süreli blog suskunluğumu bozmama neden olan şey bir kitap. Ama kitabın içeriğine geçmeden önce kitabı okuma nedenine de değinmek istiyorum. Bir süredir psikolojik gelişimim üzerine çaba sarfediyorum. Sevdiklerimle olan iletişimimi kuvvetlendirmek için çıktığım bu yolda dinlemeyi ve anlatmayı becerebilmek, insanın kendini dinlemesi, duygularını anlaması gibi pek çok konuda daha önceki 'mühendis' hayatımda yaşamadığım tecrübeler yaşıyorum. Düz mantıkla geçen o uzun yılların ardından insanın kendini ve başkalarını farklı bir gözlükle incelemesi yeni bir dil öğrenmek gibi.

Kitabımız Leyla Navaro'nun Bir Cadı Masalı adlı kitabı. Bu arada kitabı bana tavsiye ettiği için Mustafa'ya da teşekkürler. Kitap kızgınlık üzerine ve öncelikle kızgınlığın diğer temel duygulardan beslenerek içimizde oluşan bir his olduğunu anlamamız lazım. Eğer birine kızgınsak, ya kırılmışızdır, ya üzülmüşüzdür, ya utanmışızdır, ya kıskanmışızdır, ya engellenmişizdir, ya küçük düşmüşüzdür, ya kaygılıyızdır, ya da anlaşılmadığımız hissine kapılmışızdır. Öfkeyi ise, kızgınlığın birikmiş hali ve kontrolsüz, orantısız bir tepkisi şeklinde tanımlayabiliriz.

Kitabın esas önemi kızgınlık oluşturan durumların cinsiyete göre nasıl değiştiğinin analizi. Ve bir erkek için en vurucu tarafı da erkeklerin pek çok duyguyu ifade etmekten yoksun olduğunu öğrenmek. Bazı ortamlarda 'duygu kabızı' denilen bu durum aslında o duyguları hissetmemek değil, hislerinin farkında olmamak ve bunu aktaramamak sonucu olan bir şey:

"Kültürel baskılar ve eksik (psikolojik) eğitim sonucu, erkekler duygularını kolaylıkla tanımlayıp ifade edemezler, çünkü hislerini tanımlamayı öğrenmemişlerdir. Ayrıca bilseler bile bazı duyguları ifade etmeleri çevreleri tarafından yadırganacak, 'erkeklik'leri sorgulanacaktır. ...
Duygularını dile getiremeyen erkeklerin bu sıkışık durumlarda (üzüldüklerinde, kırıldıklarında, çaresiz hissettiğinde mesela) başvurdukları yollardan biri de kaçıştır. Ya ortadan kaybolarak ya da kendini işine, TVye, gazetelere futbola vererek kaçılır, ya da erkek ortamları olan kahveye, bara gidilir. Veya ilişki içerisinde içe kapanarak, yanındaki insandan uzak durup iletişimi azaltarak yapılır...
Bu davranışlar, çevredekiler, eşi, çocukları tarafından olumsuz bir biçimde algılanır, ilgisizlik, uzaklık, sevilmeme duyguları çağrıştırır. Bunu bir erkeğin eksikliği, öğrenmemişliği, çekingenliği olarak algılamak bir kadın için oldukça zordur...
Duygu yoğunluğuna genelde daha aşina olan kadın, erkekle de aynı düzeyde bir iletişim kuracağını beklerken, erkeğin aniden ortadan kaybolmasına, mesafe koymasına bir anlam veremez, veya verdiği anlam, reddedilmişlik, istenmemek, yalnız bırakılmışlık olur."

Bununla beraber, erkek kızgınlığını ifade etmeyi çok iyi öğrenmiştir, çünkü toplumsal olarak erkeğe yakıştırılan, en azından mazur görülen bir tavırdır. Erkek ifade etmeyi bilmediklerinden yola çıkıp, ifade etmeyi bildiği kızgınlık duygusuna ulaşır. Örneğin:

"Utanç, insanın kendini kötü hissetmesine yol açıp onu zayıf duruma sokar, kızgınlık hiç değilse bedeni seferberlik haline geçirip, güçlü ve iri hissettirir. Bu gibi durumlarda kızgınlık bir süre için de olsa utanma ve bundan duyulan üzüntü duygularını bertaraf eden bir kaçış yoludur."

Gerçekten de dahil olamadığım kız-kıza duygu-yoğun bir muhabbette nasıl da ortamdan kaçıyorum, kırıldığımda nasıl da sessiz kalarak iletişimi azaltıyorum, utandığımda, çaresiz hissettiğimde nasıl da karşı tarafta bazı hatalar arayarak, hatta bazen konuyu saptırarak kızgınlığa yöneliyorum.

Bana doğrudan oturmasa da, aile babalarına oturacak bir çözümleme de şu şekilde:

"Erkek eve geldiğinde kendini acemi, kendisi dışında gelişmiş ve beceriksiz hissettiği bir duygu dünyasının içinde buluverir. Neyi nasıl yapacağını bilemediği, kestiremediği bir dünyadır bu. Olayları kontrol edememekse erkeklik duygularına ters düşmektedir. Bununla başedebilmenin en kolay ve geçerli yolu mesafeli davranmak, TV veya gazeteye sığınmaktır. Nice erkek evde anlayamadıkları, beceremedikleri duygusal durumlar ve dilden kaçabilmek için kendini işine veya daha erkeksi aktivitelere adar. Diğer yandan, duygu faaliyetlerini küçümseyip, alay konusu ederek kendini bunlardan korumuş olur.
Buna karşılık herşeye rağmen ilişkiye girmek zorunda ise, genelde kızıp bağırır ve bu konuda karşı tarafı ürküterek kendini savunmaya alır."