3 Temmuz 2007 Salı

Hırvatistan

Coğrafya ve Tarih

Ülkenin haritasına baktığımızda ilk dikkatimizi çeken kıyı şeridinin uzunluğu. Dağılan Yugoslavya’nın neredeyse bütün kıyı kesimi Hırvatistan’da kalmış. Kuzeyde Slovenya’ya 47 km. Dubrovnik yakınlarında Bosna Hersek’e 20 km. Güneyde Karadağ’a (Montenegro) ise 200 km. kıyı verilmiş. Sırbistan ve Makedonya’nın kıyıları yok. Hirvatistan ise adalar dahil 5830 km. kıyı şeridi var. 50’sinde yerleşim olmak üzere 1180 tane adası varmış. Rakamları anlamlandırmak üzere Türkiye ile bir karşılaştırma yaparsak Türkiye'nin yüzölçümü 780000 km2 ve kıyı şeridi uzunluğu 8330 km. Hırvatistan’da ise 56700 km2’lik (ülke nüfusu 4.4 milyon) alana 5830 km. Yaklaşık 10 sene önce biten savaştan sonra ülke ekonomisinin toparlanmasında kıyı turizminin önemli bir payı olmuş anlaşılan.



Bu arada ben kendimi bildim bileli orada öyle duran Arnavutluk’un (Albania) neden Turizm’de esamesinin okunmadığı ve Avrupa Birliği’ne giremediğini de merak ettim ve şunu okudum: 90-92 yıllarında Komünizim yıkılarak çok partili demokrasiye geçilmiş ancak geçiş yüksek orandaki işsizlik, yolsuzluk, altyapı sorunları, organize suçlar nedeniyle zor olmuş ve zamanla sorunlar azaltılmış olsa da halen tam olarak ortadan kaldırılamamış ve fakirlik devam etmekte.

Ülkede Hırvatların yanında az miktarda Sırp, Boşnak, Macar ve İtalyan yaşıyor imiş. Ağırlıklı olarak Katolikler. Dil Hırvatça ve latin alfabesi kullanılıyor, ancak bu dil Boşnakça ve Sırpça ile neredeyse aynı. Önemli bir fark Sırpların halen Kiril alfabesini kullanmaları olabilir.

Slav kökenli olan Hırvatlar 7. yüzyıldan itibaren bölgeye yerleşmişler. İlk defa 925 yılında Kral Tomislav tarafından krallığa dönüştürülmüş. 1102 yılında Macaristan ile birlik yapan Hırvatlar 1918’e kadar bu şekilde yaşamış. Birinci dünya savaşı sonrasında ise Yugoslavya olarak diğer slavlarla birleşmişler. 1991’de bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan Sırplar tarafından işgal edilmiş ve ülke beş sene sonra bağımsızlığını elde edebilmiş.

Daha fazla coğrafik ve demografik bilgi CIA – The World Factbook’tan alınabilir.


Zagreb

Zagreb düzlüğe kurulmuş bir şehir (nüfus 800000 kadar). Denize uzak bir başkent ve en büyük şehir. İstanbul'un olmadığını varsaydığımız bir Türkiye'de Ankara ne ifade ederse Zagreb de Hırvatistan için o demek yani. Yalnız bir fark şehrin büyük bir düzlüğe kurulmuş olması. Diğer Avrupa şehirlerinde de bildiğim kadarıyla şehirler hep düzlüktedir ve bisiklet motosiklet kullanmak cok yaygındır. Bizde öyle olmamış. İstanbul hadi neyse bogaz olduğu için seçim şansı yoktu ama Ankara, Konya ve Eskisehir'in yanında sivrilmiş. Gerçi bu sivrilmeyi büyük ölçüde başkent olmaya borçlu sanırım Ankara. Sınırlara uzaklığı ve savunulabilir coğrafyası nedeniyle Kurtuluş Savaşı’nın yürütülebildiği yer oldu. Yoksa ki işgalde Yunan ordusu Polatlı'ya kadar ilerlemişti ve tahmin ediyorum Ankara Konya gibi bir yer olsaydı ele geçmiş olurdu. Neyse Ankara tarihi konusundaki fikir yürütmeleri (uydurmaları) bir kenara bırakıp Hırvatistan/Hrvatska/Croatia (TR/HR/EN)'ya geri donelim:)

Şehir üçe ayrılıyor: Yaklaşık bin yıllık ve nispeten tepelik bölgeye konan bir çeşit kale de diyebileceğimiz yukarı mahalle. Gaz lambaları ile aydınlatılan bölgede çeşitli müze ve galeriler varmış. Bu bölgeye gece gitmediğimi şimdi farkediyorum:) İkinci bölge (aşağı mahalle) 19. yüzyıl yapımı binalar ağırlıklı. Şehir (eğlence, alışveriş, restoranlar, kafeler v.b.) merkezi burası. Binalar 3-4 katlı ve hepsinde avlu var. Avluların bazıları kapalı, bazıları da dükkan içerdiklerinden girilebiliyor. Berber, tamirci gibi vitrine gereksinim duymayan dükkanlar daha çok bu avlularda. Caddelerin bir kısmı trafiğe kapalı, başlıca ulaşım aracı tramway, bisiklet ve tabanvay:) Ben sadece sonuncuyu kullandım. Ne alt geçit ne üst geçit var. Şehrin daha dış bölgeleri ise yeni yüksek binalar, iş merkezleri, otomotiv showroomları, villa tipi yerleşimler gibi şeylerle dolu.


Tren garının karşısındaki Kral Tomislav Şatosu ve aşağı mahalle dediğimiz şehir merkezinin genel bir görüntüsü (kaynak: http://forum2005.zpf.fer.hr/aboutzg.htm)

Gelişmişlik olarak pek bir fark görmesem de Zagreb daha düzenli bir şehir izlenimi bıraktı bende. Caddeler, trafik daha düzenli mesela. Kurallar oturmuş, insanlar kornaya basarak ifade etmiyorlar kendilerini. Yayalara ve bisikletlilere saygı ve ışık olmayan yerlerde geçiş önceliği var. İnşaat az var ve olduğu yerlerde etrafı kapatılmış, dolayısıyla insanların içine düşecegi çukurlar, çocukların yüzmek için girip boğulabilecekleri su birikintileri yok. Sokaklar kullanıla kullanıla eskimiş ve bu kötü bir görüntü de vermiyor, yasanmışlık katıyor, bir kere yapıp kullanıyor adamlar (bunu Avrupa'ya gidenlerin çoğu söyler zaten). Bizim belediyeler kimbilir kimlere para kazandırmak için belki de bazen sadece iş yapmış gözükmek için iki senede bir asfalt döküp kaldırım taşlarını değiştirip, köprü koyup kaldırıp, şehrin sürekli şantiye olmaktan çıkmasına izin vermiyorlar.

Şehir merkezindeki Ban Jelacic meydanı (kaynak: http://www.bigfoto.com/)

Ülke kahramanlarından Ban Jelacic'in heykeli, tourist information office ve tramwayların merkez durağı burası. Ben oradayken milli bayram imiş, bu meydanda askerler tören yaptı.






Zagreb’de hostelde kaldım. Internetten rezervasyon yapmıştım gitmeden. Tek kişilik odada kaldım, buna sevindim çünkü bulamayabilirim diyordum pek başkalarıyla kalmak da istemiyordum. Neyse iki yataklı ufak odalardan birini tek başıma tuttum. Gecelik 24 Avro idi. Banyosu olan daha pahalı oda bile vardı ama gerek yok benim için, koridordaki duşları kullandım.

Dubrovnik

Dubrovnik gerçekten güzel, Türkiye’de Bodrum’a benzetilebilir. Zaten coğrafi olarak kıyı şeridi bizim Güney Ege’ye benziyor. Dubrovnik eski yerleşimi çok etkileyici. Çok büyük bir kale, yüksek surlar, surların etrafı ya deniz ya hendek. En önemlisi de muhafaza edilmiş olması. 13. yüzyılda inşa edilmiş ve hemen hiç değişmemiş. 91-92’de Sırplar biraz zarar vermiş ama uluslararası yardımlar ile kısa sürede restore edilebilmiş. İçeride taş/mermer sokaklar, 3-4 katlı binlar, kiliseler, evler v.b. Bir metre genişliğinde sokakta yürürken yanınızda yükselen belki 10 metrelik duvarlar oldukça etkileyici. Gece de güzel, ışıklandırma iyi yapılmış, klasik müzik konserleri ve ateşli (tarihi) gösteriler yapılıyor akşamları. Restoranlar, barlar gırla. Limanı var bir de kentin. Surların denize bakan kısmında kayalık olmayan bir yeri liman olarak kullanmışlar zamanında şimdi balıkçı tekneleri ve turist taşıyan tekneler kullanıyor.

Dubrovnik eski yerleşimin (old town) genel görüntüsü (kaynak:www.dubrovnik-conference.org)

Dubrovnik surların dışındaki bir kafe. Çok güzel rüzgar var, manzara müthiş, tekneler geçiyor. Günbatımında bu kafede bir bira içtim, çok hoştu. (kaynak: tricoquine.blogs.com/.../imgp0494.html)

Dubrovnik eski yerleşim içi gece görüntüsü (kaynak: tricoquine.blogs.com/.../imgp0494.html)




Eski yerleşimde arka sokaklarda oturan insanlar var hala, ve onların antenleri, çamaşırları (Photograf by Helmuth Schumann)

















Cavtat

Savtat diye okunuyor, Zavtat da olabilir, ya da ikisinin arasinda bisey:). Dubrovnik’e 20 km. uzaklıkta daha ufak bir yer. Bizim Foça’ya benzetilebilir. Katıldığım konferans buradaki bir otelde idi. Ufak bir kasaba, taş binalar, deniz kenarında restoranlar kafeler, bir ana cadde üzerinde postane, bakkal, souvenir shop v.b. Denize girmek için şezlong konulmuş yerler de tercih edilebilir ya da al havlunu sandaletini istediğin yerden gir zaten kayalık bir sahil. İki koy ve içlerinde ufak iskeleler var ancak koyların girişinde demirlemiş 20-30 metrelik yelkenli esrarengiz yatlar da var. Kaçınılmaz olarak biraz da boat trip var:)

Deniz kenarından bir görünüş (kaynak: http://www.croatia.hr/)

Pansiyon gibi bir yerde kaldım. Esasen bi koridordaki 5-6 odayı kiraya veren bi teyze. Pek turizm girişimcisi değil, yolunu bulmaya çalışıyor gibi, ya da yeni başlamış. İngilizce bilmiyor, bi girerken bi çıkarken görüştüm. Key, bathroom, passport, 2 day, water diye anlaştık. Kalacak yeri gitmeden internetten ayarladım. Diyeceksiniz ki ingilizce bilmeyen kadın kendine web sitesi yapmış odaları oradan mı pazarlıyor. Elbette degil. Adriatica.net diye bir site irili ufaklı pek çok otelle anlaşmış, otelin özelliklerini ve fiyatını söylüyor, eğer kredi kartı ile parasını ödersen senin adına rezervasyon yapıyor ve otelin adresini telefonunu gönderiyor. Neden iletişim bilgilerini daha önce göndermiyor çünkü sen kendin arayıp onu aradan çıkarasın istemiyor. İyi ediyor mu ediyor, hakkı mıdır hakkıdır. Ben ilk defa kullandım ama bu tarz websiteler çoğalmış sanıyorum, venere.com da ünlülerinden biri galiba. Özellikle ‘private accomodation’ denilen pansiyon veya kaldığı evin bir kısmını kiralayan nispeten ucuz yerle bulmak için oldukça uygun. Kaldığım yerin geceliği 22 Avro civarındaydı. Bölgedeki yıldızlı oteller 60 Avro’dan aşağı değildi.

Genel gözlemler

Bu çeşit gezmeyi seviyorum. Bir turla gitmekten, pahalı otellerde kalmaktan, güzel restoranlarda yemek yemektense oradakilerin yaşamı hakkında gözlem yapabileceğim bir tarz. Mesela pansiyoncu kadını annem gibi düşünüyorum. Dil bilmeden yapıyor bişeyler. Ulaşım için Dubrovnik Cavtat arası belediye otobüslerini kullandım. Biniyorum otobüs şöförü ile iletişim kuruyorum. Dubrovnik’ten Cavtat’a tekne ile de gidiliyor, biraz turistik gerçi, boat trip kılıklı. Fiyatını sordum, otobüs fiyatının dört katı, vazgeçtim. Hoşuma giderdi ama kendimi Türkiye’de boat triplere katılan turistler gibi düşününce soğudum hemen. Bu tarz gezmenin biraz daha zor, yorucu ve endişeli (riskli) olduğunu kabul ediyorum aslında. Turlarla yapıldığı gibi kalitesinden emin olduğunuz bi otele gitmek, nerede ineceğinizi size haber verdikleri bir araca binmek herşeyden önce kafayı rahat tutar ve yoracak aksilikleri ortadan kaldırır. Mesela gidiş ve dönüş güzergahı farklı olan bir otobüs kullandığım için gecenin bi vakti bir saat yol tepip yanlış duraklarda bekledim. Bu nedenle Türkiye’den turla giden insanlara da hak veriyorum. Özellikle yaşları ilerlemişse veya yurt dışına pek çıkmadıklarından iletişim, yol/yordam konusunda kendilerine güvenmiyorlarsa.

Bu arada Hırvatistan’da çoğu insan derdinizi anlayıp yardımcı olabilecek kadar ingilizce biliyor. Turizmden para kazananlar zaten öğrenmişler işleri yapabilmek için ama postane çalışanının otobüs şöförünün de sizi anlaması ve yardımcı olması hoş. Eğer hiç bilmiyorlarsa karşılıklı gülümsüyoruz, ben de başka bir şekilde derdime çare arıyorum.

Şehirler arası yolculuk için bir kere otobüsü tercih ettim. Gece binip sabah inecek şekilde. Bizdeki Kamil Koç, Metro gibi firmalardan bilet almıyorsunuz da direk otogardan alıyorsunuz. Onlar size kalkış saati yolculuk süresi fiyat gibi bilgileri veriyorlar, siz istediğinizi tercih edip bilet alıyorsunuz. Otobüsler çok rahat değil, bir ikram da verilmiyor. Bizdeki gibi karayolu taşımacılığı rekabeti olmadığından fazla hizmet yok. Bagaj parası alınıyor ekstra. Çok değil gerçi..

Günlerimi genelde yürüyerek geçirdim. Şehir içinde habire yürüdüm, çantalı çantasız, arada bir bi kafede veya parkta bişeyler atıştırıp yola devam. Bir ara orienteering yapar gibi hissettim kendimi. Elimde şehir haritası sokak adlarından nerede olduğu bulup gitmek istediğim yere göre rota belirleyip devam ediyordum. Bu şekilde gezince gece olduğunda o kadar yorgun düşüyorsunuz ki gözünüz gece hayatı görmüyor. Ben zaten pek gece hayatçı bir insan değilim, hele de yalnızken bir bara veya dans mekanına gitmek hiç çekici gelmiyor.

Yemek için biriki kere restorana gittim, onlar da makul fiyatlı restoranlardı. Genelde fast-food takıldım. Ama McDonalds felan değil, oradaki kafelerde. Zaten bir kere McDonalds gördüm. Bol miktarda kafe var yürüyüş yollarına masa atılmış şekilde, ancak şunu farkettim kafelerde yiyecek yok. İçecek var bazen de tatlı, dondurma falan. Fast food ise daha çok unlu mamüller satan dükkanlarda. Sabahları kruvasanlar, öğleden sonra sosisli sandviçler veya başka sandviç türleri, bazen bu ikisini satan dükkanlar bile birbirinden ayrı. Daha da ilginci bu unlu mamülleri satanlar da meyve suyu kola gibi şeyler satmıyorlar. Onlar da sokakta büfe tarzı yerlerde satılıyor. Yani yemek için iki ayrı dükkandan alışveriş yapıp bir parka oturup yiyebilirsiniz. Sonra da bir kafeye gidip çay kahve soda içebilirsiniz.

Çay, čaj diye yazılıyor, çay diye okunuyor. Büyük ihtimalle şeker de şeker diye okunuyor, çünkü šećer diye yazılıyor. Daha az benzeyenler kahve kava, beyaz bijela.. Eminim çok ortak kelime vardır ama öğrenemedim ben.

Diyeceksiniz ki fiyatlar nasıl? Buradaki gibi diyeceğim ben de size. Para birimleri Kuna. 1 Avro = 7.20 Kuna = 1.80 YTL. Yani Kuna’yı dörde böldüğümzde YTL karşılığı. Örnekler:
Kruvasan sokakta 5, pastanede 8 Kuna;
Kola 8-12 Kuna; tost-sandviç 12-16 Kuna;
Çay-kahve 6-10 Kuna; Milkshake 15 Kuna:)
Haşlanmış mısır 5 Kuna;
Havaş 30 Kuna; Tişört 70 Kuna;
Pansiyon-hostel 180 Kuna;
Farklı olarak küçük su pahalı (8 Kuna), muz ucuz (1 Kuna/tane)

Hırvatistan’dan bahsederken görüleceklere her zaman slav ırkı bayanlarını da eklemek lazım, açık hava sanat galerisi gibi :) Ama yine arabayı serseri gibi kullananlar, bağıra çağıra konuşan gençler, uçakta cep telefonunu kapatmayanlar, parfüm bulutu ile gezen kokoşlar, bunlar aynı. Yani edep, görgü ve insaniyet adına onlardan öğrenecek birşeyimiz yok.

Fotoğraf makinesi yoktu yanımda. Evde video kamera vardı, onu da götürmeye hem üşendim hem de sahip çıkamam diye korktum. Ufak bir makine olsa götürülebilirmiş ama. Güzel manzaralar gördüm çünkü. Gene de Dubrovnik’te dünyaya fotoğraf makinesinin LCD ekranından bakan turistleri gördükçe kendimden memnun oldum. İpin ucunu kaçırmamak lazım yoksa bir yerden sonra geziniz sırasında fotoğraf çeken biri değil, fotoğraf çekmek için gezen birine dönüşüyorsunuz, gördüklerinizi çekmek bir zorunluluğa dönüşüyor. Fotoğrafı çekilemeyecek anılar fotoğrafla anlatılamayacak manzaraları kaçırmamak lazım.

Sevgilerimle, herkese bol gezili yıllar hayatlar dilerim.

11 yorum:

Nart Bedin Atalay dedi ki...

Guzelmis abi,
kicini kaldirmaya usenen ben bile gitmek istedim Hirvatistana.
Dubrocnik hosuma gitti. Huzurlu bir yere benziyo.

Mustafa Yucel dedi ki...

Iste boyle gezilmeli bir memleket, cografyaya hakim olunarak, insanlari taniyarak, vs vs. Gaza getirdin beni simdi su doktora bitsin ben de Akdeniz kiyilarini gezecegim bastan asagi.
Saygi, sevgi

yalın dedi ki...

tesekkurler arkadaslar,
yaziyi okudugunuzu bilmek benim icin bir mutluluk, sizleri gaza getirip de biryerlere gitmenizi saglamak da bir basaridir:)
Gerci Mustafa geziyor zaten. Evet Truva yazimiz nerde?

Mustafa Yucel dedi ki...

Su linkte Ilber Ortayli Dubrovnik'i gezerek anlatiyor.

http://www.youtube.com/watch?v=ni30tktZxxk

yavasyavas dedi ki...

"açık hava sanat galerisi gibi" kopardın beni. bu tür gezilerde bölge hakkında bilgiye lonely planet yayınlarından ulaşılmasını tavsiye ediyorum. teklemeden aynı yollardan gidebilirsin.
fotoğraf meselesine gelince: ben senin fotolarını görmeyi daha çok isterim. fotoğraftan bayma konusunda japonlar örnek gösterilir. eğer zırt pırt anı olsun diye fotoğraf çekiliyorsa söylediklerine katılıyorum. eğer estetik kaygılarla fotoğraf çekiyorsan, bence gördüklerini daha bir inceler, daha bir farkına varırsın gezdiğin yerlerin. dolayısıyla fotoğrafa evet ama hakkını vereceksen.
son söz, keşke beraber gezebilseymişiz.

AlperU dedi ki...

Zaten İlber Baba da demis buralari kontrol altinda tutmak kolay degil diye Kanuni nin son doneminde bile Dalmacya kiyilari bagimsiz bir bolgedir. Yalniz o kiyilar gidilip gorulmasi gerekir ozellikle Donemin Papalik, Vanedik ve Napoli Kiralliklari ile Adriya ve iyon denizleri boyunca karsi komsu olan bu cografyanin guneyine dogru iskodra, Avlonya(Kefaloya), Preveze, inebahti, Navarin atamizin ceddimizin kilic usurup kelle dusurdugu mekanlardir. Oralara bir gun dumen tutmak bizim boynumuzun borcudur...

oyluuu dedi ki...

yalin ben senin gezme tarzi ile ilgili yazdiklarina bayildim ve kendimi yalniz hissetmedim, bir yandan gittigin otele seni goturen birileri, konforlu geceler, rehberle bilerek gezme luksu var ama bu zevkini baskasina birakmak gibi, secimini de (hos cok esnek turlar yok degil) ama o cantayi alip nereye gidecegini nasil bir yerde kalacagini bilmeden planlamadan gezmenin tadi hicbiseyde yok, sehri tanimak icin oradaki yasami anlamak icin turist degil halkla iletisimde olan biri olmak lazim bence, ben de aynen boyle gezmeyi seviyorum, mumkunse de cok insanla konusmayi...bi de yalniz gezmenin zevki cok baska guzeldir, haklisin insanin cani gunduz cok gezince ve gece yalniz kalinca bara, puba gitmek istemiyo ama tek basina kesfetmek daha derin oluyor, mekani duyumsuyorsun...
evet bazen insan kendini yalniz hissediyor ya da guzel bir ani paylasma istegi duyuyor ama ben yalniz gezilerin cok sey ogrettigini dusunuyorum, ve dinlendirici oluyor...
Fotograf hakkinda ise soyle dusunuyorum: Bir yere gidildigi zaman hem o yerin hem de senin o yerde cesitli fotograflarin olmali, bunu abartmamak japon turist olmamak lazim, ancak ben yillar sonra fotograflara bakarken ben ne giymisim, hava nasildi, durusum mimigim neydi diye o fotograf uzerinden anlari animsiyorum, zamanin gecisini ordan kavriyorum, icinde benim bulunmadigim fotolar bana kartpostal gibi geliyor, ispircim senin amerika teman haric tabi gulum:)
Son olarak; en guzel kizlar ne yerde ne gokte, ne de zagrep'te...

yalın dedi ki...

Fotografla ilgili yorumlariniz guzel. Her insan icin ayri bisey ifade edebiliyor fotograf cekmek demek. Cok cekeni de hic cekmeyeni de hemen yargilamamak lazim.
Alper'den de "kalhrolsun dijital fotograf, yasasin dia" konulu bir yazi bekledim esasen. ehehe.ehe..
Son olarak, biz erkekler her ne kadar goz zevki ugruna etraftaki kizlari kolacan etsek de, asil kiymet nededir kimdedir biliriz, takdir ederiz:)

AlperU dedi ki...

Yalinim ben bu foto konularinda cok fasizan degilim aslinda... yani kahrolsun dijital falan bana uymaz.. Lakim benim gibi yola dia ile devam eden kesime daha buyuk bir saygim var o ayri. Bu dijitalciler bana ilismesinler de!Ayrica dijital isi bayagi pratik ve kolay hale getirdi artik fotograf isi genis bir kitleye yayilmis durumda. Ancak kalite olarak 27 MPixellik ve 3.5 cm diyagonal capta sensorleri olan bir dijital fotograf makinesini kendi analog makineme rakip gorebilirim. Tabi bahsi gecen bu performansin fiyatla da orantili olmasi icabeder. Bunun icin daha cok firin ekmek yemesi gerek dijital camianin! Cunku benim fiziksel snirlarim boyle. Butun bunlara ragmen yukaridaki orneklerden anlayacaginiz uzere bu iki fotografcligin birbirine gore ustunlukleri halen mevcut.
Saygilar

Adsız dedi ki...

benim nişanlım da hırvat abi yazdıkların beni çok etkiledi.Kısa bir zaman sonra orada yaşamaya başlıcam kısmetse.Benim sana bir sorum olacaktı: orada insanların türklere bakış açısını nasıl gördün ? ve istanbulda yaşayan bir kişi sence zagrebe uyum sağlayabilir mi ?

Adsız dedi ki...

top [url=http://www.001casino.com/]free casino bonus[/url] coincide the latest [url=http://www.casinolasvegass.com/]casino games[/url] unshackled no deposit perk at the chief [url=http://www.baywatchcasino.com/]liberated largesse casino
[/url].